23 Ocak 2014 Perşembe

KALBİN SESİ, HAYATIN GÜRÜLTÜSÜ...

      
  Dört  yıl önce biricik oğlunun hasta olduğunu duyup koşan bu dağ gibi adamı hastanenin acil koğuşu kapısı önünde hüngür hüngür ağlarken görünce gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Dün gece yine ağlattı beni şimdi kendisi bir başına kaldığı evinde hastalığının son aşamasına gelmiş, kimseyi arayıp derdini bile söylememiş, kendi başına evden çıkıp hastaneye gidecek takati olmamıştı. Bu kez gurbette çalışan oğlu gelip O'nu zor bir hal hastaneye götürebilmişti. Akşam ziyaretine gittik, gözlerindeki bulutların arkasına gizlemeye çalıştı, gözyaşlarını,  hüznünü, derin kederini. Ve çocuksu bir sevinçle karşıladı ziyaretine gelenleri...  Kuş gibi şakıdı, ne de olsa oğlu gelmiş, O'nu hastaneye getirmiş, doktorlar, kibar bir dille şifa ümidi de vermişler, bir de ziyaretçileri gelmişti. Ne ki ziyaret saati bitip ayrılık vakti geldiğinde, son bir bakış atabilmek için oturtulduğu tekerlekli sandalyesinden uzanarak arkasında kalacağı kapıya kapanmasın diye sarılmasını nasıl unutabilirim. Arkamı döndüm, hastanenin loş karanlığında kimse görmeden kapının önünde ben ağladım, kapının arkasında O. Son yıllarda defalarca ağladığım bu hastanenin bahçesinden koşar adımlarla anılarımdan kaçıp, yağan yağmura aldırış etmeden, kendimi caddeye attım. Üçyüz beşyüz metre ötede, hastanedeki hüzne inat, ışıl ışıl alışveriş merkezleri, cafeler, restoranlar, caddelerde akıp giden hayata kendimi de katmak istedim. Hüznümü bilmeyen insanların, bana da unutturmasını ümid ettim. Kalbin sesini, hayatın gürültüsü bastırsın istedim... Ve hayatın acılarından, kaçınılmayacak sonlardan yine çok korktum....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder